Bir tohumda;
Renk, Çiçek, Koku, Meyva, Tad, Nihâyet bir ağaç gizli.
Bunları ortaya çıkaran: Toprak, Gıda, Su, Hararet.
Güneş ziyâsı nebatlardaki yeşilliği veren klorofil hadîsesini uyandırıyor. Nebatda olan olması icab eden birşeyi kamçılıyor demektir.
Hayvanlarda, böceklerde hep böyle...
İnsanlarda dişi erkek yumurtaları birleşiyor.
Onda insan gizli. Bütün organları ile herşeyi ile ...
Bunları ezelde takdir ve hazırlayan “ALLAH” . ..
Bütün bunların ALLAH sanîidir.
Yani “Rabb” bıdır.
“ALLAH” kelâm-ı celilinde şöyle buyurur:
“Ennallahe Rabbe, Rabbeküm”
Yani : “Ben ALLAH, Rabbım yaratanım. Aynı zamanda Rabbınızım. Yani sizi yaratan husule getiren, ustası benim ...”
Nasıl tohumda; renk, koku, meyva, tad, ağaç gizli ise, insanda da bunlar gizli...
Dimağ sağ ve sol lobları, beyincik.
Beynin içinde 4 boşluk.
Üzerinde girinti ve çıkıntılar.
Onun üzerinde de zar mevcud.
Dimağdan 12 adet sinir çıkıyor.
Hepsinin vazifesi ayrı.
İçlerinde yaratıcının güçleri, kuvvetleri gizli...
Beyin âdetâ ilâhî bir depo. Bir bilgi, ilim, akıl, idrak deposu...
Âdetâ bilgisayar.
Geçmişin, hâlin, geleceğin her türlü meselesini hâlledecek bir bilgisayar. . . Bozulmaması, bakımı, için târifnameyi peygamber getirdi.
Her hayvanda, böcekte bu beyin var.
Hepsi de başında.
Görme, işitme, hissetme, koku, tad, duygu ve hisleri, bunların hepsi en küçük böcekten en büyük mahlûka kadar bir baş içinde gizlidir.
Bütün diğer iç ve dış organlar hepsi o merkezden idare ediliyor.
Bu merkez ilâhî bir bilgisayardır.
Kâinatta herşeyde devamlı, süratli, intizamlı bir titreşim var.
Sükûn yok.
Atomlar durmadan hareketde yıldızlar dönüyorlar.
Vücuddaki hücreler durmadan intizamlı bir kaynaşma hâlinde . ..
Bir âyeti Kerimede:
“Herşey sizin göremeyeceğiniz bir sür'atle yok oluyor tekrar var oluyor” ...
Bir ampulün saniyede 60 defa yanıp sönmesi gibi.
Biz onu devamlı gibi görüyoruz.
Bu ihtizazlar, titreşimler; ilâhî bir emirdir, bir öğütdür.
Birşey haykırıyor.
Bütün canlı cansız nebat hayvan ve insana ..
Havadaki radyo dalgalarını alamıyoruz.
Ancak âlet ile alıyor, görüyoruz.
İşte küçük, basit bu benzetme gibi...
İlâhî ihtizazlar Cenab-ı Hakk’ın kudret ve güçleridir ki bu güçlerin hududu yoktur... Bu kudret ve güçler gizli kapaklı olarak bize 99 esmâ şeklinde bildirilmiştir. Bu esmâların titreşimlerine göre âdetleri vardır.
Bu ihtizazlar insan dimağındaki milyarlarca hücrelere muhtelif yollardan girer.
Yukarıda kısaca izah ettiğimiz dimağın muhtelif bölgelerinde kontrolden geçerek (Âdetâ bilgisayarlara verilen malumat nasıl hıfzediliyorsa, orda kalıyorsa; bilgi istediğimiz zaman sorumuz o evvelce hıfzolunan bilgilerden hurdasız ve doğru bir sûrette bize malumat veriyorsa); ilâhî ihtizazlar da Resûlü Ekrem'e hususi bir sûretde Resûl'ün dimağlarındaki ilâhî bilgisayar da sese tahavvül ederek mübârek ağızlarından kelime olarak çıkıyor.
İşte vahiy seklinde ses hâlinde Kur’ân budur.
Bütün esrar da onun âyetlerinde gizlidir.
“Kur’ân her derde devâdır” âyeti bunu haykırmaktadır.
Her kelimenin, her sesin bilgisayarda yeri var.
Vücudda maddî ve manevî bir bozukluk o bilgisayarın hangi noktasında ise onun bozukluğu veya onu bozan hastalık vücud muvazenesini bozuyor...
Vücuddaki hastalığın te’sir ettiği merkezdeki yer âyetin, o bilgisayarın yerine ilâhî ihtizazla düzeltmek gayesine ma’tuf okumalar budur.
Fakat bu okuma büyük mânevî bir ihtizaza sahip olmakla mümkündür.
Üfürükçülük değildir.
Üfürükçülük, o tamamiyle soytarılıktır ve hem de manen yasak ve ilâhî edebi zedelemektir ...
Her okunacak esmânın ve âyetin adedi vardır.
Hangi âyetle husule gelecek seslerin te’siri veyahut “söyleyemeyeceğim” bir usulle tamir edilir.
Ağrı dindirici ilâçlar ipnozla tedâvi Hissi iptal...
Bunun insan aklına ancak müşahede ile giren bir usul olmakla beraber izahı da yoktur.
Resûlü Ekrem :
“Ben ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” Buyurması.
Ahlâksızlık mı vardı?
Hayır.
Bu perde arkasında yukarıda söylediğimiz ilâhî bilgisayarın bozulmaması için emirleri, târifnameyi beşeriyete bildirmektir.
Bu “tamamlamak” mübârek sözü...
Üzüntü uyku kaçırır, iştahı keser.
Günlerce vücud sinir sisteminin bozukluğu altında her türlü metabolizma, hormon dengesi bozuluyor.
Fertlerin geçim sıkıntısı, gıdasızlık, ruhî üzüntü ve bunalımları tahammül hududunu aştırıyor.
İntiharlar, yavrularını, karısını, kendisini öldürenler hergün gazetelerde yer alıyor. İran şahı Rıza Pehlevi üzüntüden kanser oluyor ölüyor.
Fazla üzüntü, fazla sevinç; ani veya tedrici organizmada, dimağa, hormonlara te’sir ederek eski hâlini almak hududunu aşıyor ve organizmada bazı hücreleri bozuyor.
Hırs, herhangi birşeye fazla düşkünlük, hased, gıbta, birçok bunalımlar. Kumar, içki, hırsızlık haram peşinde koşmak gibi üzüntüler, yoksulluk, fazla zenginlik, saymakla bitmez, üzüntü, sitresler...
Kanser: Hücrelerin birçok bilmediğimiz sebeplerden diyelim anarşisidir. Yani hücrelerin düzene uymamalarıdır.
Kanserli bir hücre kanun dışı bir kişi gibidir.
Biyolojik açıdan normaldir.
Ancak sosyal açıdan düzeni bozduğu için çevresindeki hücreleri de kendisine benzeterek hastalığı ortaya çıkarır.
Normalde hücreler zamanla yaşlanarak ölüyor.
Ancak hücrenin sosyal davranışları bozulduğu zaman kanserleşiyor.
Tabiî bir tek hücrenin yaşlanması veya kanserleşmesi ile insan ne ölüyor ne de kanser oluyor.
Kanserleşen veya yaşlanan hücre sayısı çoğaldıkça iş değişiyor.
İçimizde kanser kendisine uygun ortamı bulduğu zaman oluşmaktadır. Bunda da pekçok etkenin yanı sıra özellikle bozulmaması için, içinde bakterileri öldürücü maddeler, alınan gıdalar rol oynuyor.
Bazı kanserlilerin kanseri yendiğini, iyi olduğunu okuyoruz.
Bu ne demektir?
Bu o şahsın telkin ile dimağdaki kudretleri takviye etmesi değil midir?
Üflemek: Sıcak bir şeyi soğutmak için üfleriz.
Sıcak çay içerken içeri doğru üfleyerek, ses çıkarır içeriz.
Bir borudan üflersek ses çıkar. (Düdük)...
Her türlü buhar bir yerden çıkarken ses çıkarır.
Vapur, tren düdükleri gibi...
Çay karıştırırken bardağa kaşık vurur ses çıkarır.
Herşey ses çıkarır.
Buharın, rüzgârın, çarpmanın ses çıkarması acaba: Müessirin te’sir ettiği şeyden mi yoksa te’sirin müessirdeki sesi ortaya çıkarması mı sebeptir? Hemen cevap verme!
Düşün burada yanılırsınız...
Bu seslerin duyulması veya sesin usulü için hava lâzımdır.
Hava ses nakleder.
Havasız yerde ses gitmez.
Duyulmaz...
Kapalı pencereden dışarı ses gönderemeyiz.
Tozlara ütüleriz, tozlar hareket eder.
Burada ses de tozu uzaklaştırıyor.
O hâlde sesde itici, te’sir edici bir kuvvet hassası var.
Pişmemiş bir yumurtanın yanında 30 saniye siren çalın, yumurtanın beyazı hemen pişer.
Ses kulaktan dimağ merkezine gider, duyarız.
Bunların hepsi titreşimdir.
Bir bardakdaki suyun üzerine üflersek su harekete başlar.
Denizdeki dalga rüzgârın te’siridir.
Fazla rüzgâr fırtına yapar. Ağaçları devirir. Evleri sürükler.
Bunların hepsi yani havanın harekete geçip çarptığı yerlerde titreşim yapması sesi doğurur.
Bu sesler duyulmayandan gürültü ve tarrakaya kadar herşeye te’sir eder. Fazla gürültüde insan uyuyamaz.
Vücud ve kanda bir titreşim olur.
İnsanın hissedemedîği bir değişme hasıl olur.
Bu zamanla hastalık yapar.
Bütün hastalıklarda bunların az çok “duyulur, görünür, görünmez, duyulmaz” te’sirleri vardır.
Ani gürültüden çıldıranlar, ölenler, korkanlar vardır.
Küçük gürültüler de, zamanla yaptığı küçük tahribat insanın sinir, kan sistemine te’sir eder.
İnsan hasta olur.
Bir insanın gözüne ağzımızı yanaştırıp bağırırsak:
Göz bebeği küçülür. Ve göz sulanır. Yaş çıkmaya başlar.
Bazı nebatlar, çiçekler gürültüden müteessir olurlar.
Büyümeleri ya çoğalır, ya azalır.
Ziraatta müziğin verimi çoğalttığı görülmüştür.
Vibrasyonlar gürültüler organizmada birçok titreşim meydana getirirler. Bunlar uzviyete te’sir ederler.
Vücud metabolizmasında bozukluklar yapar.
Müzik âletleri çalanlarda bu titreşim çalana te’sir eder.
Nefes ve diğer sesli müzik âletleri hep böyledir.
Sarsıntıdan nasıl bir makinanın cıvataları genişler ve makinada sarsıntı yapar, iyi kapanmayan araba kapılarında bu sarsıntıyı şoför hemen hisseder.
“Arka kapı iyi kapanmadı!” der.
Bu sesler Vücudda uzvî ve ruhî muvazeneyi de bozar.
Kulaklarında ses duyanlar, gözüne normalin görmediği şeyleri görüyorum diyenler, ruhî bunalımlar hep bu kadro içindedir.
İki cisim yek diğerine delk ve temas ettirilip kuvvet artırılırsa hararet meydana gelir.
Bu delk çok sür'atlı olursa hararet süratlenir başka birşeye tahavvül eder. O, cisimlerin atom ve elektronları kaynaşması neticesi bu hâl hasıl olur...
İnsan vücudu, cesedi yaratılış icabı kimyasal ve fiziksel birçok kanunlara tabi’dir. Uzviyetin alıştığı şeyler vücuda âdetâ maledilir.
Rahatsızlıklar, hastalıklar, cesede uzviyete ârız olur.
Tedâvisi uzviyetin bozulan nizamına karşıdır.
Meselâ: Sigara içen bir insanın uzviyeti ona alışmıştır.
Bırakması vücudun onu istememesi ile mümkündür.
Uzviyetteki bu hâl, ruh ve görünmeyen insan hasletlerine galip gelirse, onu bırakamaz.
Milletlerdeki âdet, anane, gelenek de ruhî bakımdan insanın görünmeyen tarafına aittir.
Bunlann terki de ananenevî bozukluklar şeklinde ortaya çıkar.
Adalet, fazilet, doğruluk her türlü temiz işlere alışmıştır.
İnsan bunları terk edemez.
Uzviyeti ruhla birlikte uyum hâlindedir.
Bunların bozulması için her türlü uzvî ve ruhî hasletleri, âdetleri beslenmeyi terk etmemek lâzımdır.
Bunlar üzerinde yapılacak ani güzel restorasyonlar bile insan tarafından yadırganır.
Bunların fenaları yavaş yavaş telkin ve anlatarak uzviyet ile ruhu barıştırmak lâzımdır.
Psikoterapi, Psikoanaliz bundan başka nedir?
Hurafeler de öyledir.
Fakat hepsinin bir hududu vardır.
Ruhî hasletlerin de uzviyetin de bunları aşmaması lâzımdır.
İnsanın fena ve iyiyi tefrik edecek kabiliyet ve istidadda yaratılmış olduğunu unutmamalıdır.
”Felân böyle söyledi! Filanca bunu dedil” lafları cemiyette yerleşirse o zaman batıl uzvî ve ruhî inanmalar, i’tikadlar ortaya çıkar ve asıl hakikat perdelenir.
Hülasa: İslamdaki ibâdet, uzvî ve ruhî muvazene ahengini bozmamak için emrolunmuştur.
“Ben mekâlim-i ahlâkı tamamlamak için gönderildim. “
“Haram” yasak demektir.
“Helâl” in mukabilidir...
“Haram olsun!” deriz.
Bu: “İçine, uzviyetine sinmesin! Muzır olsun, hem uzviyetine hem ruhuna!”
Bu lâflardan sonra insana düşünmek gerek.
Birbirimizi vurmaksızın ateş edebileceğimiz çok hedefler vardır.
Ormanda yaşayan insan bazen ağacı bile göremez.
Fakat bazen de kafasını ağaca çarpar.
Herşeyle uyuşmak çok güçtür.
Timsahla uzlaşmanın yolu nedir bilir misin?
Timsah tarafından parçalanıp yutulmaya razı olmaktır.
Kur’ân-ı Kerîmde ashab-ı Kehif mağara ashabı diye bir olay anlatılır. Kur’ândaki bu haber boş bir hikâye değildir.
Gözünü aç!..
İç âlemin misk ve öd ağacı gibi kokusu vardır.
Dumanı yoktur.
Herkese malum olmaz.
Söylerler ya harbde ölenleri kahraman yapan ölümleri değil, ölümlerinin nedenleridir.
Koyunu kurdun ağzından kurtaran çoban koyunun gözünde hürriyet kahramanı. Kurdun gözünde ise hürriyet düşmanıdır.
Sözümüz bu kadar Gül'üm...
Sani’ : (Sun'. dan) Sanatkârca yapan. Yaratan. San'at eseri olarak meydana getiren. İşleyen, yapan. (Allah)
Sani’i : san’atı,eserleri.
“İnnellahe rabbi ve rabbüküm fa'büduh, haza siratüm müstekiym : ALLAH, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyle ise O'na kulluk edin. İşte bu doğru yoldur. (Âl-i İmrân 3/51)
“ İnnellahe hüve rabbi ve rabbüküm fa'büduh haza siratum müstekiym” (Zuhruf 43/64) “Ve innellahe rabbi ve rabbüküm fa'büduh haza siratum müstekiym” (Meryem 19/36)
Ma’tuf : Ait ve râci' olan. * Bir tarafa meyletmiş. Mâil olan. * İsnadedilen. Yöneltilmiş.
Delk : Oğuşturmak. El sürtmek. Oğmak.
Tahavvül : (Hâl. den) Birinden diğerine geçmek. Tebdil olunmak, değişmek. Dönmek. Bir hâlden başka bir hâle geçmek.
Âdet : Usul, görenek, alışılmış davranış. Huy, tabiat. Toplumda nesiller boyunca uyulan ve kamuoyunda (umumî efkârda) saygı ve müeyyideye sahip hareket kaideleri (Sosyoloji). İslâm cemiyetinde âdetler de İslâmî olur, İslâma uygun olur.
Müslüman, İslâma aykırı âdetlere uymaz. Cemiyetin yabancı âdetlerle bozulmamasına gayret gösterir.
Muzır : (Muzırra) Ziyan veren, zararlı, zarara sokan.