Akıl. idrak. Şuûr. Tefekkür. Düşünce. Zihin. İz'an. Zekâ. Deha. Mantık. Zann. Mülâhaza.
Bütün bu kelimelerin ifade ettiği mânâlar başka başkadır.
Sırasıyla bunları anlatmaya çalışalım...
Bütün bu kelimeler “Akıl” dediğimiz en büyük nimetin ayrılmaz tezahürlerinin isimleridir.
Hepsi aklın yaptığı, bildiği, el ile tutulmaz göz ile görülmez işlerin târifidir.
Dünya dillerinde bu kelimeler az çok varsa da farklı mânâlarla bu sözler dilimizde en çoktur.
Lûgatça :
Zann : Sezme. Emareden hasıl olan bilgi. Kat'i olmayan ilim. Hafızanın kuvveti. Anlayış. Hissediş.
Zihin : Hafızanın kuvveti.
İz'an : Anlayış. Hissediş.
Hafıza: His olunan şeyin eserini zihinde hıfzeden kuvvet. Ezberleyip unutmamak kuvveti.
İdrak : Aklın anlayıp evet dediği zaman o şeyin kabulü. Anlamak, anlaşılmak. Şuûr : Duyma. Hissetme. Anlama. Bilme perdesi.
İrade : Dilemek, istemek. Yapmak.
Mantık: Fikrin doğru yanlışını anlama.
Zekâ :İnsanda maddei idrak olan vedia-i İlâhîye. Anlayışda tezlik. Bu hassa ALLAH tarafından insana verilmiş bir hediyedir.
Akıl nedir? diye bir sual sorsak kimse aklı târif edemez.
Yüzlerce filezof, âlimler, lügat kitabı yazanlar akıl hakkında uzun mulumat vermişlerdir.
Fakat bunların hepsi aklın yaptığı, bildiği işlerin târifidir.
“Akıllı, akılsız. Aklını kaybetmiş” gibi birçok tâbirler de kullanırız.
Her canlıda akıl vardır.
Derece derece ...
Fakat hududludur.
Bir hududda dururuz.
Orada akıl da durur . ..
Bir okyanusdan bir damla alalım ...
Okyanusa “Küllî akıl” diyelim.
Bir damlaya da “Cüz'i akıl” bir parçacık akıl demektir.
Minicik akıl.
O damla bütün o okyanusun terkibini taşır.
Onda ne varsa onda da vardır.
Fakat onun minicik bir benzeri olduğunun farkında değildir.
Onun âdetâ bir zerresidir.
İnsan vücudu muhtelif intizamlı, değişmeyen bir şekil ve uzuvlardan ibarettir. Görünenden görünmeyene kadar.
Terkibinde yine değişmeyen binlerce madde mevcuddur.
Bunların işlemesi için vücuda “Hayy” dediğimiz canlılık verilmiştir.
Bir işleme vardır.
Bu işlemeye de biz “can” diyoruz.
Zâten canlılık târif edilemez.
Edilir ama işe başka birşeyi de ilâve etmek gerekmektedir.
Bu işlemeyi devam ettirmek için maddeler lâzımdır; su, hava, gıdalar, daha bir sürü şeyler ...
Sonra buna “ruh” verilmiştir.
İşte ruhla irtibat kuran herşey canlıdır diyebiliriz umumî olarak...
Ruhun bir tarafı gayb âlemine bakar, bir tarafı madde tarafına.
Gayb âlemi ile madde âlemi arasında işte akıl bulunur.
Akıl dediğimiz ne ise ...
Aklın da bir tarafı gayba, bir tarafa maddeye bakar, ikisinin arasında da perde “nefis” denilen nesne vardır.
Bunları birbirinden ayırmak mümkün değildir.
Hepsi bir küldür.
“Nefsime uydum!” demek : Ruh tarafındaki aklın itirazıdır.
Bütün bunlar dış, iç hadiseler ruh tarafından, görülür, duyulur, işitilir.
Bu görüşün hakikati ruh perdesinde tecellî eder.
O zaman akıl bu hakikati ya anlar ya anlamaz.
Anlarsa buna “idrak” ismi veriyoruz ...
Bu idraki saklayan teyp şeridi de hafızadır.
Hıfz eden saklayan mânâsınadır.
Nefis; huy, arzu, hırs, istek mânâsına da gelir.
Kim?
Nefis...
“Can çıkar huy çıkmaz!” diye lâf vardır.
Huyun can ile alâkası yoktur.
Canda şuûr, akıl yoktur.
Can, işlemenin düğmesi şartelidir.
Kapandı mı canlılık diye birşey kalmaz.
Ölüm bu şartelin çevrilmesi ve ruhun geldiği yere gitmesi için Azrailin ona refakat etmesidir.
0 hâlde ruhun Azrail'in refakati ile geldiği yere gitmesine biz “Ölüm” diyoruz. Âhirette canlar tekrar vücudda “Hayy” ile başlayacak ve ruh gelip içine oturacaktır.
Şu kısa bilgiden sonra:
Akıl : Küllî akıldan yani Cenab-ı Hakk tarafından beşere verilen doğru ve yanlış terazisi..
Kendisine düşünce ve tefekkür için hududlar çizilmiş ise de serbest bırakılmıştır. Serbestiye de sonunda mes’uliyet verileceği için tefekkür, düşünce ve akıl arasına mantık denilen duyguyu sokmuştur.
Hayatı müddetince verdiği mükellefiyetlere riâyet etmeyi ve nehiylerden kaçmayı da emretmiştir.
Bu hususda mükâfat ve mücazâtı göstermiştir.
Bu insanların iyi bir cemiyet hayatı temin etmeleri içindir.
Mes'uliyet ve tekellüfde insanların tahammül hududu içinde takdir edilmiş ve tefekkür.
Düşünce, akıl ve mantık çalışmaları neticesi bunların idraki şuûrlandığı zaman, bu şuûr 3 şekilde tecellî eder :
1 - Şek ve şüphesiz Hakka inanmıştır.
2 - Şüphe içindedir. Münafıktır.
3 - Hiçbir neticeye varamamıştır. Münkirdir.
Fakat aslında: Bütün bunların hepsi Vücudda ALLAH'ın yaktığı bir lem'a olan ruhun ceseddeki pırıltılarının tezahürüdür.
Fakat “ruh” aslında Hakkı inkâr edecek mahiyette yaratılmamıştır.
İnsan mü'min doğar : Hakka inanmak kabiliyet ve hassaları ile teçhiz edilmiştir, inkâr edemez.
Mü'min olur : Son demde anlıyamadığı âlemi görür ve evet doğru imiş der. Gine mü'min olarak ölür demektir.
O hâlde serbest bırakılan aklın şuûrlandıramadığı şeylerden, düşüncelerden, hareketlerden dolayı mes’ul olur.
Kıyamet demek: “Haaa demek doğru imiş!..” diyecek yer.
Hakikati görüp anlama...
Resûlü Ekrem buyurmuştur: “Lâ ilâhe illallah” diyen cennete girer.
“Mevtalara telkin ediniz!”
Mevta ölü demek değildir.
Hâlet-i nezide olan demektir.
“O artık gözü açıldı, gördü, kalbi ile tasdik etti. Fakat dil ile ikrar etmesi için söylesin, kulakla işitsin, bir şâhidi olsun, melekler duysun!” demektir.
Dünyada münkirliğin hafifletilmesi bakımından Cenab-ı ALLAH Gafûru’r-Rahîmdir.
Çünki her varlık ALLAH'ın kuludur.
Bundan dışarı çıkamaz.
“Son nefeste ALLAH nasib etsin!” diye dua ederiz.
Bunda herkesin anlayamıyacağı ince bir nokta vardır.
Sorarım : Şimdi nefes aldın, ikinci nefes alacağın nereden malum?
Kalb durdu. İşte son nefes.
Her nefes aldığın zaman son nefes alıyormuş gibi düşünerek:
“Lâ ilâhe illallah”ı eksik etmemek lâzımdır.
Bunu demek ALLAH'ın zikrine ve kâinatın ALLAH'ı tesbihatına girmek demektir. “Lâ ilâhe illallah” zikri en büyük zikirdir, demek Hakk ile birlikte zikretmek demektir.
“L” söylerken derin bir nefes al! Ağızdan alınacak ...
Nefesi vermeden “İLÂHE” denecek.
“İLL” diyene kadar nefes vermeyecek.
“ALLAH” dediği zaman kalbde nefes verilecektir.
Hakiki zikir budur.
İlk defa bu 2 - 3 ay tâlim edilir.
Nefes alma fonksiyonuna artık intıbak etmiş olunur ki bu bir nev’î haberin olmadan tevhid sayılır.
“Her şey ALLAH'ı tesbih eder. Siz bunu göremez, işitemezsiniz ...” Âyet. Rızıkların cins ve çeşidi sayılamayacak derecede çoktur.
Bu yalnız insanlaradır.
Aslan et yer, ot yemez.
İnek ot yer, et yemez.
Aslan her eti de yemez.
İnek de her otu yemez.
İnsanlar her şeyi yer.
Yiyecekler arasında vücuddaki hünerleri azaltacak veya çoğaltacak gıdalar vardır. Bir kısmı haramdır.
Bir kısmı mubahtır.
Bir kısmı helâldir.
Muayyen derecede...
Sarmısak, Soğan helâldir.
Resûlü Ekrem'e haramdır.
Bazı hastalıklarda bazı gıdalar men’ edilir, edilmezse hastalığı fazlalaştırır.
Hakk’ın men’ ettiği ne varsa insana zararlıdır.
Sıhhatine mi?
Hayır.
Belki o perde altında insan öyle zanneder.
İnsandaki Hakk’ın verdiği kabiliyetlere yararlıdır.
Nikâh helâldir. Zina haramdır.
Câriye mubahtır. Metres haramdır.
Üzüm helâldir. Ondan çıkan şarap haramdır.
Bu arada birçok şüpheli olanlar vardır.
Bazı insanlar vardır. Hasta olurlar. Hekimler bazı yiyecekleri onlara men’ ederler. Yemedikleri zaman rahattırlar. Yavaş savaş şifâ bulurlar. Yerlerse rahatsızlıkları şiddetlenir ...
Her hangi birşey karşısında : Aklın anlayıp evet dediği zaman o şeyi idrak edilmiştir. Bu idrak edilen şeyi muhafaza eden teyp şeridi de hafızadır dedik . . .
İdrak : Aklın kabul ettiği ve kendisinin deposu olan hafıza çekmecesine koyduğu ne varsa onların anlaşılmağıdır.
Şuûr: İdrak edilecek hafızada saklanan bilgileri icabında ortaya çıkararak, onu aklın kabul edeceği veya etmeyeceği varıp da ona göre “hareket etmek” demek de hafızasında olan şeylerin artık malı olduğunu acillendirdiği de şuûrdur.
Bütün bu malzeme ile herhangi bir şeye ve hadiseyi kabul etmek için çalışmağa tefekkür denir.
Tefekkürün kabul edilerek kendi bilgileri hududu içinde ortaya koymak işine de “düşünce” denir.
Bütün bunların hepsine “zihin” denir.
Bu işi çabuk yapmak hünerine de “iz'an” ismi verilir.
Bütün bu anlatılanları normal bir hamlede başarabilen komplekse de zekâ ismi verilir.
Normalin üstünde bütün bu malzemesini herkesin vehleten anlayamayacağı kısa bir anda bilen, tefekkürü kuvvetli olana da “deha” ismi verilir.
Bu anlattıklarımızdan birşey anladınız.
Fakat anlama da Akıl nedir onu târif değildir.
Çünki “AKIL” târif edilemez.
Târife çalışmak demek aklı akıl ile anlamak mümkün değildir.
İnsanın gıda bulamayıp kendi kendini ısırarak açlığını gidermek için yemesine benzer “Ogolino ve çocukları gibi”.
Akıl Hakk’ın kimseye bildirmediği ve mahlûklarına verilen bir terazidir. Yanlış ve doğru terazisidir.
Herkes kendi terazisinin doğru tarttığını söylediğinden:
Yegâne nazar almayan akıldır.
Zira her mahlûk kendi aklını beğenir.
Bu da akıl için kıskanmak olmadığındandır.
Akıllı akılsız kelimeleri de kendi aklımıza uymayan akıllara verilen bir tepkinin ismidir.
Deli diye birşey yoktur.
Hiç bir deli yoktur ki elini ateşe soksun.
Veya acıktığı zaman ağzına konan birşeyi çiğnemesin...
Bütün bu akıllı veya akılsız dediğimiz hükümleri vermek için de elimizde bir ölçü bir miyar vardır.
Ona da “m a n t ı k” deriz.
Mantık bütün bu anlatılanları kabul etmek için değişmeyen hakikat olarak kabul edilen ölçülere vurmaktır ki onlar hakikatdir veya öyle kabul edilir. Mantık işte odur.
Mantık ve kabul etmek arasındaki mesafeye yaklaşmak arzu veya uzaklaşmak isteğine de “z a n n” diyoruz.
Zannetmek; bir hatanın tamiri veya hakikat olduğunu bir nev’î gizli itirafıdır.
Onun için Resûlü Ekrem:
“Herşeye hüsnü zann ediniz” buyurmuştur.
Bu aklın hududunu çizen ve insanı küfre götürmeyen ilâhî bir hassadır. İ’tiraf : Zihin makinasının kabul etmeyip redd ettiği çifte atmadır.
İz’an : Basîret. Anlayış. * Teslim olup itaat etmek. * Akıl. Zekâ. İnanç.
İdrak. Bilmek. (Bak: Dimağ)
Dimağ : Beyin. Kafanın içi.
Şuûr : Anlayış, idrak. Vicdan. Hiss-i zâhirle duymak. * Nefsin mânâya ilk vusul mertebeleridir. (E.T.) * Kendi varlığından haberi olma. * Bir şeyi hoşça tanıma. * İnceliklerini iyice idrak etme.
Zekâ : Çabuk anlama ve bilme kabiliyyeti. Fehim ve idrakte çabuk olma. * Ateşin alevlenmesi. * Güzel koku alma.
Vedia : Emanet.
Küllî : Külle mensub. Cüz'iyat ve ferdlerden meydana gelmiş olan. Umumî, bütün. * Çok, ziyade, fazla.
Cüz’i : Azdan olan. Parçaya âit olan. Biraz. Pek az. Kıymetsiz. Mühim olmayan. Esasa ait olmayan. Cüz'e âit olan. Külli olmayan.
Mes'uliyet : Mes'ul olma hâli. Yaptığı iş ve hareketten hesap vermeğe mecbur oluş.
Tekellüf : Kendi isteğiyle külfete girmek, bir zorluğa katlanmak. * Gösterişe kapılmak. Özenmek. * Yapmacık hâl ve hareket. Zoraki hareket.
Mükellefiyet : Mecburiyyet. Bir işi yapmağa vazifeli oluş. Bir işi terk edememek hâli. Mükellef oluş.
Mes'uliyet : Mes'ul olma hâli. Yaptığı iş ve hareketten hesap vermeğe mecbur oluş.
Lem’a : (C.: Lemâat) Parlamak. Şimşek gibi çakmak. Güneş ve yıldız gibi parlamak.
Hâlet : Suret. Hâl. Keyfiyet.
Nezd : f. Yan. Yakın. Karib. * Göre, nazarında, fikrince. (Arapçadaki "ind" mânâsındadır)
Hâlet-i nezide : Hakikatle baş başa bir hâlde olma.
Intıbak : (Tıbk. dan) Uygun olmak, muvâfakat. Mutabık, mümâsil ve muvâfık olmak.
“Tüsebbihu lehüs semâvatüs seb'u vel erdu ve men fihinn ve im min şey'in illa yüsebbihu bi hamdihi ve lakil la tefkahune tesbihahüm innehu kane halimen ğafura : Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan herkes O'nu tesbih eder. O'nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz, onların tesbihini anlamazsınız. O, halîmdir, bağışlayıcıdır” (Isrâ 17/44)
Zina : Haram ve büyük günah olan ve nikâhsız olarak yapılan cinsi münasebet.
Deha : Çok akıllılık. Zekiliğin ve anlayışlılığın son derecesi. İleri görüşlülük, geniş ve çok güzel fikir sâhibi olmak.