“Ben, Resûlullah sellallahu aleyhi ve sellem'den iki çeşit ilim aldım, bunlardan biri size anlattığım ilimlerdir, ikincisini ise söylersem boğazımı keserler, ikinci ilim esrar ilmidir. Herkes bunu anlayamadığı gibi ALLAHu Tealâ da onu herkese vermez.”
Ebu Hüreyre
İnsan aklının son idrak hududunda olan ilm-i ilâhîyenin sır perdesi ilm-i ledün...
İnsan mantığının hududunu aşan mantıksız bir mantık ile anlatılan perde arkası...
Fizik, Kimya kanunları gibi değişmez sabit kanunları vardır buranın aynen... İnsanlar maddeye tapmaya başladığı devirden itibaren ALLAH'a sıfat aramaya başlamışlardır.
Bu sûretle insanlar aklın peşine takılmış şuûrsuz bir hâlde gidiyorlar nereye?
Kendi çöküşlerini içlerinde taşıyorlar habersiz olarak.
Bence “hiç” olan; duyup işitip, görüp anlamaya çalıştığım ruha te’sir eden her şeyin karalamalarından ibaret olan kitablarımı okuyan olgun bir zât geldi, sordu :
“Ledün Nedir?”
“Bilmem!” dedim.
Resûlü Ekrem'in iç âleminde feveran eden ötelerin ötesinin insana kadar uzanan ilmi, Resûl kimseye bilidirmemiş.
Yalnız Hz. Ebu Hüreyre'ye bazı ledünnî şeyler bildirmiş.
Soranlara :
“Eğer bu az bildirilen sırlardan size söylersem kâfir oldu diye başımı vurursunuz!” buyurmuştur o.
Hz. Musa'ya Hızır söylemiş bazı sırları.
Musa peygamber bile buna tahammül edememiştir.
Hızır aleyhisselâm, Resûlü Ekrem'e edeben mülâki olmamıştır.
Çünki ledünnün hakikî Sultanı Resûlü Ekremdir.
Öğrenecek bir durumu yoktu.
Ben neyim ki ledün bileyim.
Hazreti Hüreyre'den sıkıp aldığım ma’lumata göre ben de anlayamadım. “Resûlullah efendimizin Hakk’ın esrarına çevrili nûrlu iç âlemi” diye buzlu bir târif yapabiliriz.
Ledün hakkında birçok sızma bilgiler ve mırıltılar birçok ulemâ tarafından bildirilmiş, hatta kitablara bile geçmiştir.
Kur’ân-ı Kerîm'de kullara birçok âyetlerle bilgiler, Hakk’a yanaşmak usulleri bildirilmiştir.
Bir de Kur’ân-ı Kerîmde bildirilmeyen birçok hududsuz âyetlerde sünnetullah ile kâinatda câri her türlü hadisatın aslı gizlidir.
Onun için:
“ALLeMe’L- İNSANE MÂLEM YÂLEM” âyeti ile bilmediğini insana öğretir. Kim?
ALLAH'ın kâinatda câri Kur’ânda bildirilmeyen âyat ve bürhanları...
Resûlü Ekrem efendimiz : “Beşikten mezara kadar ilim peşinde koşunuz. Çin'de bile olsa arayınız, kâfirde bile olsa istifade ediniz” buyurmuştur. Kâinatın yaratılışını dünyayı gezerek, evreni tetkik ederek bulabilirsiniz âyetleri vardır.
Kur’ân-ı Kerîm'in bazı sûrelerinin başında HURUFU MUKATTAA kırpılmış âyetler mânâsına gelen, bunlar birçok ledünnî, kâinatda câri bilinmeyen âyetlerin anahtarı mesabesindedir.
Nitekim geçenlerde kaptan Kusto'nun Septe boğazındaki Akdeniz suyu ile Atlas Okyanusunun suyunun karışmaması ve balıkların bir taraftan öte tarafa geçmemesi, tuz kesâfetinin ayrı olduğu hâlde fizik ve kimyada bulunan kesiften hafife doğru olan ozmoz hadisesinin olmaması meselesi Rahmân Sûresi’ndeki âyetle ortaya çıkmıştır.
Bunun niçin böyle oluşundaki sır ledünnîdir.
O sırrı herkes bilemez tahammül de edemez.
Âyet: “iki denizi salıvermiş birbirine kavuşuyorlar. Birbirine karışmaya engel bir perde var. Bu da mı yalan? ...”
Kâinatda câri fizikî, kimyevî, jeolojik, meteorolojik hadiselerin bir kanun dahilinde oluşu sünnetullahtır.
Cenab-ı ALLAH niçin bu kavuşmamayı murad etmiştir? Sebebi nedir? “Söylenemezlerdendir”...
Şimdi bir izah yapalım:
Amma bunu, sızıntılı hakiki bilgi, sözleri ile bir tasvir yaparak anlatalım: Nasıl ki radyo dalgaları makinada sese, şekle, renge tahvil oluyorsa bu kelimelerle anlatacağımız resim de öyledir, iyi düşünüp hâlletmeye savaşın. Bundan birşey çıkarabilirseniz “Ledün” ü hiç olmazsa buzlu cam arkasından seyretmiş gibi bir bilgi hasıl olur.
Kelimelerle resim şu:
Boyu 10 m. genişliği 5m. derinliği yarım metre olan küçücek bir göl... İçine simsiyah lâğım karışmış.
Küçük büyük ölü hayvan leşleri kokuyor.
Üstünden yeşil leş sineği geçse bile kokudan bayılıp aynı pisliğe düşüyor. İşte bu birikintiye kızgın güneş aksetmiş.
Pis kokulu su buhar olup yukarı doğru çıkıyor yavaş yavaş ...
Buhar yerden göğe doğru yükseliyor.
Nasıl yükseliyor buhar?..
Niçin yukarı çıkıyor?
Efendim buhar havadan hafif, arz çekimi buna te’sir etmez.
Bununla bana izaha kalkma!
Ben bunları pek iyi bilirim herkes gibi.
Sünnetullahda gizli fizikî kimyevî kanunlar bunlar.
Buhar da pis kokulu.
Yükselmeye devam ediyor göğe doğru.
Su birikintisi nihâyet kuru bir hâle geliyor.
Koku da kalmıyor artık.
Buhar muayyen bir mesafeye yükseldikten sonra orada bulut oluyor.
Gökteki bulutlar da muhtelif mesafelerdedir.
Ne çok yukarı çıkarlar ne çok aşağı inerler.
Meteoroloji dili ile söylersek kümülüs, stratus bulutlarının yükseklik ve şekillerini biliriz..
O pis buhardan olan bulut müsbet ve menfî elektrikiyet taşıyor.
Birbirine çarptığı zaman yıldırım şimşek oluyor.
Amma niçin buharda müsbet-menfi elektrik var.
Bu hadise niçin oluyor?
Onu da bilmiyoruz.
Sünnetullah deyip sıyrılmak istiyoruz.
Buradaki sıyrılmak ledün hududuna yanaşmak ve oraya akıl erdirememenin bir ifadesidir.
Bulut nedir bilir misin?..
Sonra bu bulut yağmur oluyor...
Tekrar aşağı düşüyor..
Ağzını aç bu rahmeti doldur.
Göz yaşından berrak ve temiz.
Kokusu yok.
Nedir bu tadı olmayan su tadı?
Düşünemezsin bile o pislik dolu su yığınındaki vaziyeti...
Göldeki vaziyeti düşün şimdiki duruma bak. Düşün!..
Fakat niçin bu böyle. Kimse bilemez. Bu rahmettir.
Şu küçücük pislikten temize doğru huruç, temizlikten aşağı rahmet...
Bu resmi hâlledersen Ledün târifinden birşey anlayabilirsin.
“Hayır!.. Hayır!..” diyeceksin.
Anlayabilirsen Ledün kelimesinin “L” harfini belki anlarsın...
Son harfi olan “N” harfine dön!
Orada “kün!” gizli. “OL!” gizli.
Anlarsan gel konuşalım!
Anlamazsan o benim mavi kaplı üstünde kırmızı yazılı kitabı evinde bir rafa bırak. Belki anlayan olur. Ben başka birşey bilmem. Anladığın zaman Ledün hakkında konuşmak mümkün olur.
Soruyu soran muhterem zât ben bunu anlatırken gözünden sessiz yaş geldi. Benim gözüm de yaşlı idi...
Sessizce kalktı, söz söylemeden kendi gönül havzına çevrilerek ayrıldı gitti.
Hani anlatırlar. Hızır bir çobana raslamış ona birşeyler öğretmiş ve gitmiş. Çoban birşey sormak için Hızır'ın peşinden koşmuş.
Hızır göl üzerinde yürüyormuş.
Çoban Hızır'a yetişmiş:
“Amca şu nasıldı unutdum!” dediğinde, Hızır bakmış ki çoban da suda yürüyor.
Hızır çobana : “haydi git oğlum git bildiğin gibi yap!” demiş.
Fakat çoban su üzerinde gittiğinin farkında değil...
İşte gaflet hâlindeki sırrî, ledünnî mânâları görünürde normal addederiz onları.
Onun için eskiler söylerler : “Gaflet çok iyi bir haslettir.”
Esselâmü aleyküm...
Rahmân sûresi: “iki denizi salıvermiş birbirine kavuşuyorlar. Birbirine karışmaya bir perde var”. Âyet 19 - 20...
Bunun kavuşmaması sırrî bir hadisedir.
Bu sırrı ledünnî olarak Kusto öğrense çıldırır.
Sebebi nedir? “Söylenemez” lerdendir. .
“Sen biliyor musun?” diye bir sual sorma bana.
Bilmesem mırıldanmam.
Ben onu öğrendiğim zamanlarda kendimi kaybettim.
Günlerce bayırlarda dolaştım ağam...
İnsan aklının varamadığı, kavrayamadığı Lâ mekânı içine almış bir mekândır.
Kâinatın kusursuz ve akıl yoran düzeninde asıl hakikat gizli gibi görünür. Fakat aşikârdır.
Düşünmeden, aklı kullanmadan hareket etmek ALLAH'ın verdiği akla hakaret olur ki bu küfürdür.
Akıl ALLAH tarafından yanlış ve doğru terazisi olarak verilmiştir. Onda kabiliyetsizlik, kusur yoktur.
Bir de aklın eremediğini akla sokmağa çalışmak da akla hakaret olur, “sersemler” müstesna...
ALLAH'ın yarattığı şeylerde ALLAH'ın kudretini görmeye çalış.
ALLAH'ı isbata kalkmak şüphe etmenin tam kendisidir.
ALLAH'ı yarattığı şeylerle varlığını isbata kalkma.
Kime isbat etmeye uğraşıyorsun.
ALLAH'ın dışında değilsin ki O'nu göresin.
Siz kendi kendinizi dışarı attınız aklınızla!..
Sonra o akıl ile ne arıyorsun?
Aklın durduğu ve boşlukta kaldığı hudud ötelerin ötesi...
Fakat akıl yine çırpınıyor.
Nedir o ötelerin ötesi?..
Aslanım, hiçlik ve yokluk mevhumu diye birşey yoktur.
Her şey vardır.
Ne evveli var ne sonu...
Bu iki kelime arasında dolaşmasını öğren.
Başa, sona akıl “ermez” değil “yetmez”...
Kusto Kaptan senelerce ilmî tetkik yapıyor.
Şayanı takdirdir...
Tabiatda raslanan her taşın altını kaldırıp bakmalıdır.
Çünki bazen caddelerde değil patika yollarda çok şeylere raslanır.
Bu zât kâinatdaki intizamdan, işleyişten bir şey çıkaramıyor, intizamsız gayrı tabiî gördüğü bir olaydan: “ALLAH vardır!” diyor...
Öleceği zaman yüzü sararmış.
“Ölümden korkuyor musun?” demişler.
“Hayır! Ölümden korkmak bir nev’î bâkilik iddia kokusunu taşır ki küfre ve şirke kadar gider.”
“O hâlde niçin sarardın?”
Be gafiller!..
Güneş batacağı zaman sararır.
Bunun farkında değil misin?
Her gün görürsün!...
Maddeyi ruhun emrine al...
Ruhu maddeye bağlayarak şekillendirmek, maddîleştirmek insanın Âdemiyetine hürmetsizliktir. Ve birşey ifade etmez.
Son asırda kitabların yazdığı ve nasihat hâlinde nesilden nesile gelen “iyi ve kötü” insanlar ta’biri kalmadı.
Artık bugün ne kötü insanlar var ne iyi insanlar var.
Hepsi bir oldular ve karıştılar birbirleri ile...
Bir zaman toprak üstünde iken: Şimdi toprak altında olanların toprak üstünde iken yaptıklarından bahsetme. Onları rahmetle an!..
Şimdi toprak altında ne yaptıklarından biliyorsan bana da onlardan bir ip ucu ver. Ona göre hareket edeyim. Veremeyecek, söyleyemiye ceksen beni dinle o hâlde, bir şey kaybetmezsin.
Günahdan sakınmak tövbede uğraşmaktan kolaydır.
Bunu unutma.
Çok büyük bir lâftır bu.
“Gönül” derler nedir bu.
Gönül, Hakk olana bağlanmanın ismidir.
Bunu unutma!..
Düşün, ne demek istiyoruz.
Hemen anladığını sanma!..
Bu gönül ile ALLAH'tan istemek en büyük ibâdet olur.
İbâdet, bu isteme temizliğine kavuşmak olduğunu unutma.
ALLAH'ın kapısı kapalı gibi görünürse de alınteri ile müracaat edenin elindeki kabı boş çevirmez.
Aksini düşünmek küfürdür.
Alın terinin kirlisi yoktur.
Onu dinle!..
Yalan, haram ile kirletme.
ALLAH'ın helâl hâzinesinin hududu yoktur.
Şunları öğren:
“Fezkurunî fezkürküm : Beni anarsanız Ben de sizi anarım!”
“Er rasihune fi’l-ilim : İlimde rasih olanlar.”
“Ennallahe rabbe rabiküm : Ben ALLAH Rabbım ve Rabbınızım” “Velakad kerremna benî âdeme : Biz Âdem’e keremle keramet verdik.” “Velezikrullahi ekber : En büyük zikir ALLAH’ın zikridir.”
Bunların mânâlarını öğren, bütün incelikleriyle...
“Ve’s-semai zâti’l- buruci”
“Ve’s-semâvât” değil.
“Rabbi’s-semâvât”dır. “Rabbi’s-semâ” değil.
“Rabbü’l- ard”dır. “Rabbi’l- şems, Rabbi’l- kamer” değil.
“Rabbü’l- magrib” değil.
“Rabbül maşrık”değil.
“Rabbü’l- magribeyn. Rabbü’l- maşrıkeyn.”
“Rabbı Âdem”, “Rabbi’l- insan” değil.
“Rabbi’n- nas.”
Bunları da iyi düşün, anla, bu anlama kudreti insanda var.
Akıl ALLAH tarafından verilmiştir.
Onda kabiliyetsizlik kusur yoktur.
Aksini düşünmek akla hakaret olur ki, bu da küfürdür.
Ledün ilmini öğrenmek için Şunlan Bilmek Gerek:
1 - “Errasihune fi’l- ilmi.:
2 - “Fezkürunî ezkürküm :
3 - “Velekad kerremnâ benî âdeme...
4 - “İnnellahe rabbî rabbüküm :
5- “Felillahi’l- hamdü rabbi’s- semâvâti ve rabbi’l- ardi rabbi’l- âlemîn. Velehü’l- kibriyaü fi’s-semâvâtı ve’l- ardi ve hüve’l- azîzü’l- Hakîm.:
6 - Bilmez misin ki göklerle yerin yegâne sahibi “ALLAH” dır. Ve sizin ALLAH'dan başka bir yarınız ve yardımcınız yoktur.
“KÜN!” : Emir kime verildi. Hitabı ilâhî kime?..
“FEYEKÜN” : Emiri kime verilecek?..
Rabbi’s-semâvât, Rabbi’l-ard, rabbi’l-maşrikeyn, rabbi’l-mağribeyn, Rabbi’l-arş,rabbi’l-felak, Rabbi’n-nas, Rabbi’- âlemîn.
Lâ mekân diyoruz: Maddenin ötesini madde âlemine bağlayan nokta... Aklın gidemediği hudud.
SULTAN:
S : “Subhanellezî isrâ...
L : Katiyen söylenemez. Bilen söylese dili vurulur.
T : Tâ-Hâ. Tâ. Sîn. Mîm A : Elif. “İkra bi ismi rabbikellezî hâlak. :
N : “Nûn vel kalemi mâ yesturûn :
“KÜN” de bu “NÛN” nun içindedir. Fazla açıklanmasına müsaade edilmemiştir.
Hızır Derler. Vardır. Kimdir?
Musa peygambere Ledün yani var olan akla zorlanmadan sokulamayan kudret âleminin sırlarının ilmi...
İlim var olan bir şeyin künhüdür, esasıdır, vardır demektir.
Hakiki inanç âlemine kavuşanlar bilirler, sezerler, inkâr edemez, etmezler.
“İmkân âleminde bunalanlara yardıma koşan mübârek bir zât-ı şerîf var mıdır yok mudur?” sözleri inanmayanların veya inanamayanların sözleridir bunlar...
Halk gönlünde yaşıyor ya!.. İnanıyorlar ya, bu inanana da inanmayana da yeter.
“Hızır Ab-ı hayat suyu içmiştir.” derler.
Devamlı olduğunun güzel inancının delilidir bu...
Bizce Hızır Aleyhisselâm vardır.
Bunaldığımızda yardıma Hakk nasib etsin diye dua ederiz.
Bir de İlyas vardır.
Onun hakkında denizlerde Hızır, karalarda İlyas.
Âlemin her yerinde Hakk’ın kullarına yardımının mümessilleri...
“Senede bir defa buluşurlarmış!” sözü halk arasında yaşar.
Bu gönülleri hürmete bürümenin timsalidir.
“Hızır ilyas”... Günü diye anarlar, dilekler yaparlar.
Gün doğmadan bu diyarda Hızır'a rastlamak ümidi vardır.
Bir kul rastlamış Hızır'a konuşmuş.
Ondan dinledim ben de naklediyorum güzel bir mülâkat...
İster evet, ister hayır de.
Efsâne, hurafe, menkıbe olamaz, inananla inanmayanların saldırışlarından çıkar menkıbe, efsâne, hurafe...
Biz redd ederiz bu lafları.
Efsâneyi hurafeyi araştırın aslına varın.
Hikâye diyelim bunlara.
Güzellikleri insana hitap eder o kâfi değil midir.
Rüyada gördüğünü inkâr edebilir misin?
“Bu ne demektir?..” diye sorar durursun.
Rüyada kudret âlemine ait olan ruhla imkân âleminde dolaşmaktır... Rüya bu.
ALLAH kulunun biri, günün birinde Hızır'a rastladı senelerce evvel. Sonraları da Hızır ona rastladı.
Hızır konuştu o kul dinledi.
Hızır'a sordu, Hızır söyledi.
Günün birinde Hızır o kulu götürdü bir yere.
O kul bu tesadüflerden utandı.
Kimden utandı?
Kendinden... “Ben kimim ki Hızır bana rastladı” diye...
Başka bir gün de o kul ormanda kırklarla görüştü.
Yaylalarda yedilerle buluştu.
Geceleri onbirleri dinledi...
Aradan yine seneler geçti..
Bu kul konuşuyordu diğer bir kul ile...
Hızır'ın kendisine söylediğini o rastladığı kula dedi...
Ne dedi bana bilir misin?
“Kul arkadaş, üçler kalmadı bugün...
Yediler iki kişi kaldı... Kırklar onbir kişiye indi...
Hamdolsun ki onbirler bâki...”
Hızır'ın rastladığı kula o kul sordu :
“Beni bir yere götürdü” dedin. “Nereye götürdü?..”
Hemen cevap verdi:
“Beni değil. Bizi...
Ben başka, biz başkadır. Ma’lum ya...
Sözlerimi anlayamadın.
Hem bunları sualle uzatma.
Anlattığımı anlarsan yeter.” 1.6.1982: Salı
“Ve’s-semai zâti’l- buruci : Burçlara sahip gökyüzüne,” (Bürûc 85/1)
“Rabbissemavati vel'ardi ve ma beynehumerrahmani la yemlikune minhu hitaben. : O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir. O, rahmândır. O gün insanlar O'na karşı konuşmaya yetkili değillerdir.” (Nebe’ 78/37)
“Rabbü’l- magribeyn. Rabbü’l- maşrıkeyn. : (O,) iki doğunun ve iki batının Rabbidir.” (Rahmân 55/17)
“Rabbi’n- nas. : De ki: Sığınırım ben insanların Rabbine, ” (Nâs 114/1)
“Lakinir rasihune fil ilmi minhüm vel mü'minune yü'minune bi ma ünzile ileyke ve ma ünzile min kabileke vel mükiymines salate vel mü'tunez zekate vel mü'minune billahi vel yevmil ahir ülaike se nü'tihim ecran aziyma : Fakat içlerinden ilimde derinleşmiş olanlar ve müminler, sana indirilene ve senden önce indirilene iman edenler, namazı kılanlar, zekâtı verenler, Allah'a ve ahiret gününe inananlar var ya; işte onlara pek yakında büyük mükâfat vereceğiz.” (Nisâ 4/162) “Fezküruni ezkürküm veşküru li ve la tekfürun: Beni zikrediniz Ben’de sizi zikredeyim” (Bakara 2/152)
“Velekad kerremnâ benî âdeme...Andolsun Biz Âemoğlunu keremli kıldık,” (İsrâ 17/70)
“İnnellahe rabbî rabbüküm : Öyle ise siz beni (ibadetle) anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin; sakın bana nankörlük etmeyin! “ (Âl-i İmrân 3/51)
“Fe lillahil hamdü rabbis semavati ve rabbil erdi rabbil alemin Ve lehül kibriyaü fis semavati vel erdi ve hüvel azizül hakim : Hamd, göklerin Rabbi, yerin Rabbi bütün âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur. Göklerde ve yerde azamet yalnız O'nundur. O, azîzdir, hakîmdir.” (Câsiye 45/36-37)
“Sübhanellezi esra bi abdihi leylem minel mescidil harami ilel mescidil aksallezi barakna havlehu li nüriyehu min ayatina innehu hüves semiul besiyr : Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Harâm'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir; O, gerçekten işitendir, görendir.”
“Subhanellezî isrâ... Isra eden (Meten,götüren O ALLAH) tesbih edilir..” (İsrâ 17/1) “Tâ-Hâ. Tâ. Sîn. Mîm” (Tâ Hâ 20/1-Şuarâ 26/1)
—Ikra bi ismi rabbikellezî hâlak. : Yaratan Rabbıyın ismi ile oku” (Alak 96/1) “Nûn vel kalemi mâ yesturûn : Nûn . Kaleme ve yazdığına andolsun.” (Kalem 68/1)
Ledün : Ind kelimesi gibi, zaman ve mekân zarfıdır.Hel-i istifhâmiye mânasına geldiği de vaki'dir. Kamus Müellifine göre ledün ile leda, aynı şeydir. Başkaları ise tefrik etmişlerdir. Demişlerdir ki: Ledün kelimesi zaman ve mekânın evvel ve ibtidasından muteberdir. Onun için ekseri harfi cer olan “min” kelimesine mukarin olur. “Ledâ” kelimesinde ise, ibtidâ mânası lâzım değildir. Ve “inde” kelimesinin “min” yerinde tasarrufu daha umumîdir. “Ledün” kelimesi mâba'dını izâfetle cerr eder. (L.R.)
Ledünnî : Ledünn ilmine mensub ve müteallik. Ledünne dair ve ait.
Esrar : (Sır. C.) Sırlar. Gizli hikmetler ve mânalar. Bilinmeyen şeyler. * Keyif veren zehir. Uyuşturucu madde. * Elinde ve el ayasında olan hatlar.
“ALLEMEL İNSANE MÂLEM YÂLEM” (Alak 96/5) : İnsana bilmediklerini belleten... (Rabbin)
Câri : Akan, akıcı. * Geçmekte olan. * İnsanlar arasında mer'i ve muteber ve mütedâvil olan.
İstifade : Faydalanmak. Faydalanmağa çalışmak. * Anlayıp öğrenmek. * Tahsil etmek.
Huruf-u mukatta : Kur’ân-ı Kerîmdeki sûre başı kesme harfleri.
Mesabe : Faydalanmak. Faydalanmağa çalışmak. * Anlayıp öğrenmek. * Tahsil etmek.
Sünnetullah : İlâhî kanunlar. * Kanun, âdet. (Bak: Âdetullah)
Tahvil : Bir hâlden başka bir hâle getirmek. Değiştirmek. * Döndürmek. * Faizli borç senedi.
Mesafe : Uzaklık. Uzunluk. * Ara. * Bir nev’î uzaklık ölçme usulü.
Kesâfet : yoğunluk
Kesif : Koyu. Çok sık ve sert. Şeffaf olmayan. Yoğun.
Müsbet ve menfî : olımlu ve olumsuz.
Huruc : Çıkma. Dışarı çıkma, çıkış. * Ayaklanma, isyan etmek.
Havz : Suya girme. * Sakınılacak işe girişmek. * Başlamak.
Sırrî : (Sırriyye) Sır ile, gizlilik ile ilgili.
Müracaat : (Rücu'. dan) Geri dönmek. * Baş vurmak, izin almak için veya bir iş için alâkadarlarla görüşmek. * Mütalâa istemek, danışmak.
Kibriya : Azamet. Cenab-ı Allah'ın azameti ve kudreti, her cihetle büyüklüğü.
Ademiyet : yokluk.
Âdemiyet : İnsanlık.
Künh : Bir şeyin aslı, cevheri, mikdarı. Dip. Kök. Özü, nihâyeti, vechi. * Vakit, zaman.
Ab-ı hayat : Ebedî hayata sebep olan hayat suyu.
Efsane : Masal. Uydurulmuş yalan hikâye.
Hurafe : Uydurma, bâtıl inanış. Masal. Efsane. Yalan hikâye.
Menakib : (Menkıbe. C.) Menkıbeler. Hayat hikâyeleri.