“Kitabü Âkâmü’l-Mercân Fî Ahkâmü’l-Cân.”
Abdurrahınanı Sebkî'nin el yazması kitabıdır.
Bu kitab tekdir.
Süleymaniye Lâleli kütüphanesinde 402 numarada kayıtlıdır.
” Ve ma halaktul cinne vel inse illa li ya'budun: Ben cinleri insanları da ancak bana kulluk etsinler diye yarattım”
ALLAH, Kur’ânda zât-ı ahadiyetleri için bazen “Ben” bazen, “Biz” diye kelâm eder. Bu çok büyük bir hikmettir.
“BEN” doğrudan doğruya zât-ı ahadiyetleridir.
“BİZ” esmâlanyla tecellî şekilleridir.
Kâinat; ALLAH'ın kudret, güç ve hünerleri ile görünüşüdür.
Bu görünüşler de Hakk’ın görünüşüdür.
Hülâsa her şey ondan, fakat hiçbir şey o değil.
“CiN” diye bir mahlûk vardır.
“Cinni dumansız yalın ateşten yarattık”. Âyet kafidir.
Cin kelimesi Kur’ân-ı Kerîmde 17,18 yerde “Can ve cin” aynı kökten gelen sıfatlardır.
Cin = Cins isimdir. “Can” = Sıfattır.
Gözle görülemediğinden bu kelime kullanılmıştır.
“Cenin” de henüz ana rahminde kapalı görülemeyen küçük yavruya denir. CAN = Lûgatta örten, örtücü, gizleyen mânâlarına gelmektedir.
Veyahut can faildir.
Gizlenmiş örtülmüş mânâlarına gelmektedir:
İnsanların ilk babasına “Âdem” denildiği gibi, cinlerin de ilk babasına “Can” ismi verilmektedir.
Cinler insanları korkutmak için yaratılmamıştır.
Kur’ân-ı Kerîmde:
“Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım .”
Burada meleklerden söz edilmeyip sükût geçilmesi meleklerde şehvanî sıfat olmadığı içindir.
Onlar niçin yaratıldıklarını, vazifelerinin ne olduğunu bilirler.
ALLAH'a karşı isyan etmezler.
Bu bakımdan onların ne kitaba ne de peygambere ihtiyaçları vardır.
“Ben cinleri insanları da...” âyetinden anlaşıldığına göre cinler insanlardan evvel yaratılmıştır.
Resûlü Ekrem hem insanların hem de cinnilerin peygamberidir.
Cinlerde dişilik erkeklik mevcuddur.
Taayyyuş ederler, ömürleri insanlara nazaran çoktur.
Senelerce, binlerce seneler yaşarlar.
Onlar da ölürler. Hakiki vazifeleri kat'iyetle bilinmiyor.
Mü'minleri ve münkirleri, kâfirleri vardır.
Âhiretleri olup olmadığı hakkında bir bilgi beşerde yoktur.
Sual, Cennet ve cehennem, Azab hakkında bir ma’lumat olmadığı gibi bas ü badel mevt kanununa tabi’ değildirler.
Tekrar dirilmeleri hakkında bir rivâyet ve bilgi yoktur.
Hakikati hakkında bilgiler beşer aklına göre buğuludur, i’tikad meselesidir, iman ile alâkası yok gibidir.
Bir de PERİLER vardır.
Bunlar cin değildir.
Hakkında ma’lumat vermek hem yasak ve hem de mümkün değildir. Bunların vazifeleri vardır o kadar...
Hiç bir mahlûk kendi fiilini ALLAHu Tealâ'nın yaptığını bilmez.
Çünkü kendinden çıkan fiilleri ALLAH'ın yaptığını bizzât görürse vücudu dayanamaz. Erir.
Bunun için Cenab-ı Hakk vasıtalar halk etti.
Melekler safî nûrdan yaratılmış olduktan için buna dayanırlar.
Toprak unsuru onlarda yoktur.
Meleklerden başkasında bu hususiyet bulunmaz.
ALLAH keşif nasib ederse o zaman:
Göreceksiniz ki, hiç bir mekân yoktur ki melek bulunmasın.
Meleklerin hicapta, arşda onun üstünde, altında, cennette, cehennemde, gökte de yerde de denizlerde de mağaralarda, her yerde görürsün.
İşte melekler, daima böyle mahlûkat ile ALLAH arasına girdiği için meleklere iman farz oldu.
Daha ileri gidersek akıllar dayanamaz.
Meleklerin şekilleri, cisimleri hakkında ne biliyorsunuz?
Bedir harbinde atlı süvariler hâlinde yardıma gelmişlerdi.
Cebrail, Resûlü Ekrem'e bazen herkesin göreceği şekilde güzel bir sahabe olan DlHYE radiyallahuanh şeklinde teşrif ederdi.
Melekler hakkında insan kafası tasavvurî birçok şekiller hayal etmiştir. Kanatlı çocuk
Kanatlı genç kız Kanatlı erkek v.s...
Melekler yemezler, içmezler, uyumazlar.
Günahtan ârîdirler.
Dişi erkek diye bir ayrımları yoktur.
Görmeleri duymaları, düşünmeleri, hakkında da şekilleri kâfi bilgi olmadığından uzviyetlerini de bilmediğimizden rivâyetlere bakarak hüküm de veremeyiz.
Yalnız onların nûrdan halk edildiklerini ve mevcudiyetlerine inanmak vardır. Melekler birçok peygamberlere görünmüşlerdir.
Meleklerdeki yaratılış kuvvet ve hassası olarak hududlandırılmış muayyen şekillere girmeye ve görünmeye izn-i ilâhî ile muktedirler.
Cebrail, Resûlü Ekrem'e geldiğinde Hak emirlerini nasıl aldıkları lâfızların ne olduğunu bilmiyoruz.
Dişi erkek, yeme içme, çoğalma, Ölüm yorgunluk, hastalık mefhumları onlarda mevzu’ bahis değildir.
Meleklere inanmanın ve onların mevcud olduğunu, kat'i olduğu delilidir ki, onlan idrak etmek için rivâyetler ve şekiller insanlar tarafından tasavvur edilmiştir. Kur’ân-ı Kerîmde insanların anlamaları için muhtelif kendi şekillerine uygun kanatlan olduğu bidirilmiştir.
İnanışlar, peygamberlerin bildirdiklerine inanan için, insanların anlamaları için ilmî yani idrak ve bilgi malzemesi ile bunları izaha lüzum yoktur. Bundan birşey çıkmaz.
“inanmak veya inanmamak”...
O kadar...
Münakaşa, söz ve fikir düellosuna lüzum olmadığı gibi,
“Yoktur, böyle şey!” diyene de inandırmak için yobazlık yapmak lüzumsuzdur. Meleklere insanların düşüncelerini anlamak hassa ve izni verilmemiştir. Ancak ne dilde olursa olsun söz hâline geçtiği zaman anlarlar.
Onun için Haktan birşey istemek ve ona yalvarmak durumuna geldiğinde; sessiz iste.
Kimse duymasın melekler bile...
O zaman Hakkla karşı karşıyasın.
ALLAH'ın şanı seni boş çevirmez.
Sessiz dudak oynatarak dua et...
“Gece herkes uyurken benden isteyin, veririm!” Hadîs-i Kudsîsinin derin mânâsı budur.
Onun için “Dil ile ikrar kalb ile tasdik” lâfzı formülü:
“Duyanlar şâhid olsun. Melekler de...”
Kalb ile tasdik ise: “ALLAH şâhid olsun” demektir.
Kalbi ALLAH'dan başka bilen yoktur.
Resûlulla'ın şefaati da ruhadır demek, yarın huzurda ruhun yaptığı ve kimsenin bilmediği düşünceler ortaya çıktığı zaman Resûl o zaman şefaat edecektir. Resûlü Ekrem, “işleyen can ve cesede” karışmaz.
Onun için “Lâ ilâhe illallah” demekle insan zâhiren İslâm olur.
Fakat kalb ile tasdik başkadır.
Onu ancak ALLAH bilir.
Bundan dolayı “Şehidallahu Lâ ilâhe illallah” demek güçtür.
ALLAH'ın şehâdeti muhakkak lâzımdır.
Onun için gizli söylemek Hakk ile doğrudan doğruya karşı karşıya olmaktır.
Müslim : İslâm kelimeleri hem müfred hem cem’i mânâsını taşır.
Âdem, insan, beşer hem müfred hem cem’i mânâsını taşır.
Aha bunlarla ne demek istediğimizi anlamaya çalış.
Melek: Kelimesinin aslı “eleke” den türemiştir.
“Elek” elçi mânâsınadır. Mefal vezninde...
Lake : Çiğnemek kelimesinden Mel, ek den türemedir.
Helk kelimesinden gelmedir.
Kuvvet mânâsınadır.
Bunları Ragıbı Isfahanı böyle târif eder.
Melek : Kuvvet, haberci, elçi mânâlarınadır.
ALLAH'ın bütün yaratıklara karşı her türlü dileğini yerine getiren, emirlerini, işlerini yapan anlayışlı hareketli kuvvet vasıtalarıdır.
Varlıkları İslâmda aklen câiz, naklen sabittir, inanmak farzdır.
Kur’ân-ı Kerîmde: “Rabbın meleklere dedi ki; ben yer yüzünde hükümran olacak birini yerleştireceğim her kim ALLAH'a, meleklerine, peygamberlerine, Cibril'e, Mikâîl'e düşman olursa bilsin ki ALLAH da o kâfirlere düşman olur” (Bakara 2/98)
Evvelâ meleklere iman lâzımdır.
İmandan evvel, meleğe iman, peygamberliğe iman sayılır.
Meleklere iman etmeyen İslâm değildir.
Melekler yalnız peygamberlere görünür.
Ruh gibi, akıl gibi görünmezler.
Her şeyden evvel yaratışmışlardır.
Lâtif nûrani varlıklardır.
Kaba varlıklara, cisimlere benzemezler.
Erkek ve dişisi yoktur.
Yemezler içmezler yorulmazlar usanmazlar.
Daima emrolunanı yapar.
Daima ibâdet hâlindedirler.
Mânevî bir zevk içinde yaşarlar.
ALLAH'ın emrine göre hareket ederler.
ALLAH'ın, sözlerinden başka söz bilmezler...
Gayb âleminde zaman diye bir şey yoktur.
Ziyâdan süratlidirler.
“Lâ havle vela kuvvete İlla billah” kavlini söyleyerek iner çıkarlar.
Hepsi kanatlıdır, ikişer, üçer dörder.
Bu kanatlar bildiğimiz kanatlar değildir.
Kendi yapılarına uygun bir uzuvdur.
Miktarları bütün yaratıklardan çok fazladır.
Sayısını ALLAH bilir.
Melek olmayan boş yer yoktur.
Kendilerine emir olunanlara asla âsi olmazlar.
Köpek ve pisliği bulunan yerlere girmezler.
“Bunun hikmeti büyüktür”...
Güzel kokuları severler...
İnsanın mânevî varlığı ince bir teşkilâta ve tesisata sahiptir.
Melekler vazifelerini yaparken bulundukları yerlerde bir mekân işgal etmeyen nûranî varlıklar olduklarından hadiselerin meydana gelmesinde insanlara kendilerini hissettirmezler.
En büyük melek: Cebraildir.
ALLAH'ın sırlarını taşıyandır.
Ibranice “Hakk eri” mânâsınadır.
Cibir = Gül = lyl = ALLAH Rahmân, ALLAH'ın kulu.
MlKÂİL : Resûlü Ekrem'in “İsrâ” den evvel sadrını açmıştır.
İlk defa üç sene Resûlü Ekrem ile meşgul olmuştur.
Sonra işini Cebrail'e terk etmiştir.
Cehennemin yaratılışını arzu etmediğinden cehennemi gördükçe ağlarmış. Kur’ân-ı Kerîmde yukarıdaki âyetteki Cebrail ile Mikâilden bahsedilmiştir.
Diğer büyük meleklerden bahis yoktur.
Bunlara: “âsi ve küfürde bulunmayın!” buyrulması birşeyi haykırıyor. Cebrail'e inanmayan Resûle inanmamış olur.
Böyle kimsede iman yoktur.
Zâten iman evvelâ meleklere sonra Resûl ve kitablara gelir.
Meleklere inanmak imandan evvel gelmektedir.
Mikâil hakkında uzun ma’lumat verilmemiştir.
Bütün toplum azabını Cenab-ı Hakk Cebrail ile yapar.
En büyük günah “Livata”dır...
Resûlü Ekrem'in “Rüzgâra, hadisata, küfretmeyiniz!” buyurmasında Mikâil'in vazifelerinden bir nebze gizlidir.
Bütün kâinattaki ahenk, fizikî, kimyevî, meteorolojik hadisat ve nizam ALLAH'ın kudret ve kuvvetlerinin görünüşüdür.
Bunların ahenk üzere işlemesi Mikail'e vazife olarak verilmiştir.
Bütün bu görünüşler de Hakk’ın görünüşüdür.
O hâlde Mikâil Hakk kudretleriyle görünüşü ile Hakk’ın görünüşünün perdesidir. Mikâil, harbde melek ordusunun başındadır.
Nebatata rızıklara bakar.
Resûlü Ekrem'in ruhlarını teslim almaya gelen Azrail ile birlikte Cebrail ve Mikâil de bulunmuştur.
Ruh seyyafiyetine bağlanırsa: Cesedden uzaklaşır.
Cesed ruhun emrindedir.
O zaman beden diye bir şey kalmaz.
Cenab-ı Hakk'dan gelen ve bedene misafir olarak ruh kalır.
Ruh, emr-i Hakk olduğu için Hakk’ın varlığına âyetdir. Rabb'tır.
Bu sırra varan Mansur : “Ene’l-Hakk!” dedi...
Resûlü Ekrem'in hadîsi:
“Yüzüne baktığınızda size ALLAH'ı hatırlatan ALLAH dostudur...”
“Ve ma halaktul cinne vel inse illa li ya'budun : Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyât 51/56)
Taayyyuş : Birbiriyle dirlik etmek.
Ba’s : Diriliş. Yeniden diriltme. İhyâ. *
Badel mevt :(Ba'de-l mevt) Ölümden sonra.
İ’itikad : İnanmak. İnanç. Sıdk ve doğruluğuna kalben kararlı olmak. Gönülden tasdik ederek inanmak. Dinin temelini meydana getiren şeylere inanmak. (Bak: İltizam)
Ârî : Pâk, pislikten uzak. * Hür.
Âsi : İsyan eden. Emirlere itâat etmeyen. * Günah işleyen. * Meşru idâreyi tanımayıp baş kaldıran.
“Şehidellahü ennehu la ilâhe illa hüve vel melaiketü ve ülül ilmi kaimem bil kist, la ilâhe illa hüvel azîzül Hakîm : ALLAH, adaleti ayakta tutarak (delilleriyle) şu hususu açıklamıştır ki, kendisinden başka ilâh yoktur. Melekler ve ilim sahipleri de (bunu ikrar etmişlerdir. Evet) mutlak güç ve hikmet sahibi ALLAH'tan başka ilâh yoktur.” (Âl-iİmrân 3/18)