RESÛLÜ EKREM VE EHLİ BEYT

“Burada Ehl-i Beyt yalnız Hz. Fatıma'dır.”

Sadaka ve zekât kabul etmezler.

Niçin?

Kimsenin rızkına müdahele etmemek...

Sadaka gıdaya müteveccihdir. Mal, para değil...

Rızık artıklarından sadaka verilmez.

Eski elbise, ölü elbisesi sadaka olmaz.

Günah mıdır?

Hayır... Yardım olur.

Sadakada ecir vardır. (Ecir âhirete ait bilinmeyen mükâfattır).

Sadaka sevab değildir.

Sevab mucibi ecirdir.

Sadaka ne farzdır, ne vâcibdir, ne sünnet.

Her kul ve İslâmın bizzât kendi sünnetidir.

Hakk’ın Er Rezzâk olduğuna bir iştirak, tahvil senedidir.

Rahmet: Hakk’ın kuluna ölümden sonra ihsanı, hüsn-ü muamelesidir, Sadaka: Hakk ile kulu arasında gizli bir sırdır.

Bu sırrı gizlemek için zekât emrolunmuştur.

O hâlde sadaka zekâttan daha makbuldür.

Ama bu zekât vermeyin demek değildir.

Zekât muayyen bir zümreye ait olmakla beraber, sadaka ise fakir zengin herkesin vermesi bu kelimede gizlidir.

Teheccüdün aslı 2 rekâtdır.

Aslını bilince uygulamak şartdır.

Ehl-i Beyt yalnız Hz. Fatıma'dır.

Hz. Ali, Hasan ve Hüseyi'nin de Ehl-i beyt olarak kabul edildiği gibi Selman'ın da teberrüken Ehl-i Beyt’ten olduğunu Resûlü Ekrem'in :

“El Selmane min Ehl-i Beyti” söylemesiyle sabittir.

Ezvaci’t- tahîrat ve Hasan Hüseyin'in torunları, çocukları Hz. Fatıma'dan sonra Hz. Ali'nin evlenmesinden husule gelen çocukları da Ehl-i Beyt den sayarlar.

Ve bunların içinden 12 imam çıkarırlar.

Bunların da Ehl-i Beyt’den olduğu ve o sülâleden gelenlerin şerîf ve seyyid oldukları bu güne kadar klasik olarak kabul edilmiştir.

Fakat nübüvvet nûru Hz. Fatma'nın vefatıyle ref’ olunmuştur.

26 yaşında iken Hz. Fattma Resûlulahdan çok kısa bir müddet sonra vefat etmiştir.

Resûlullah'ın Fatıma'ya :

“Benden sonra gelir misin?” mübârek sözü kızının dünyada kalmasını istememeleri sırrında gizlidir.

Bunu anlayanlar Ehl-i Beyt’in yalnız Hz. Fatıma olduğunu bilir.

Zira Hz. Fatıma Resûlullah'a nübüvvet geldikten sonra doğmuştur.

İslâm ulemâsı hürmeten bilerek veya bilmeyerek Ehl-i Beyt’i dallandırmışlardır. Ehl-i Beyt zincirinin bu kadar uzaması Resûlullah'ın Fatıma'ya söylediği sözün sırrına göre mugayir ve edeb harici bir işdir.

Resûlullah'a nübüvvet ve risâlet geldiği zaman ilk İslâm olan Hz. Hatice'dir. Ondan sonra Hz. Fatima'yı en son evlât olarak dünyaya getirmiştir.

Hatice ile evlendikleri zaman 26, 27 yaşlarındaydı.

Hatice 40 yaşında ve duldu.

Hatice'den nübüvveti gelmeden evvel 3 kız 1 oğlan olmuş, oğlan ölmüştür. Diğer üç kızı risâletten sonra İslâm olmuşlardır.

Hz. Fatıma ise nübüvvetten sonra Hz. Hatice İslâm olduktan sonra İslâm anadan doğmuş ve süt emmiştir.

Nübüvvet nûru bu sûretle Fatıma'ya intikal ediyor.

Fatıma'nın vefatından sonra nübüvvet kesilmiştir.

Hasan ve Hüseyin Fatıma'dan doğmalarına rağmen Resûlü Ekrem Hatimen Nebîyyî olduğu için nûr erkeğe intikal etmemişti.

Kız çocuğu da yoktur.

Bundan dolayı Fatıma'dan sonra Ali evlenmiştir ve sakal bırakmıştır.

Yine bundan dolayı Hasan ve Hüseyin'in evlâtları da aynı beyitten sayılarak cesedî olarak Ehl-i Beyt sayılırlar.

Onlardan gelenler de bu cesedî beytin torunları olarak kabul edilir.

Kadından nebî gelmez hikmeti de nübüvvetin Hz. Fatıma'dan sonra bittiğinin en büyük delilidir.

Ezvaci’t-tâhirat’tan Resûl'ün evlâdı olmadığından onlar da ancak teberrüken ve ta’zimen Ehl-i Beyt telâkki edilir.

Şerîf ve seyyid kelimeleri, Hz. Hasan'dan gelenler şerîf telakki edilmektedir.

Hz. Hasan Fatıma'nın ilk evlâdı olduğu için Seyyid, ikinci evlâdı Hüseyin olduğu için şerîf lâfızlarıyla isimlendirilirler.

Şerîf ve seyyid kelimelerinin hakikî mânâsı muhtelif sûrette izah ve tavsif edilmekte ise de, bunların niçin bu isimleri aldığı ve hakikatini söylemek, bu sülâlelerden gelenler arasında tenafür ve benlik iddiasını bertaraf için, söylenmesi doğru olmaz.

Ehl-i Beyt torunlarının katledilmeleri bu mânâya küçük bir anahtar olabilir.

Ehl-i Beyt in devam etmesi ve müşahhaslandırılması bunlara sevginin devamını Resûlün arzu ve istemesinin ilâhî bir tezahürü olarak kabul etmek gerek.

Devam eden sevgidir.

Şahıs ve Cesed değildir...

Pazartesi 15.3.1982

Mucib : (Mucibe) İcâb eden, lâzım gelen. * Bir şeyin peydâ olmasına vesile ve sebep olan. Gereken. Gerektiren, lâzım gelen.

Ecir : ecr, (C.: Ücur) Bir iş, bir hizmet mukabilinde verilen şey. * Ahirete aid mükâfat, hayır ceza. * Ücret, mukabil, karşılık. Sevab. * Tıb: Kırılan bir uzvun sarılması.

Teberrük : Bir şeyi bereket veya saâdet vesilesi sayarak almak veya vermek.

Uğur ve bereket saymak. * Hayr-ı İlâhîye hissedâr olmak.

El Selmane min Ehl-i Beyti : Selman Ehl-i Beyt’imdendir.

Ezvac’i-tahîrat : Resûlullah (sallallahu aleyhi ve selem)’in pâk ve temiz olan eşleri, annelerimiz.

Ref’ : Kaldırma, yüceltme, yukarı kaldırma. * Lağvetme, hükümsüz bırakma.

Ta’zim : Hürmet. Riayet. İkramda bulunmak. Bir zât hakkında büyük sayıldığına delâlet edecek surette güzel muâmelede ve hürmet ifade eden tavırda bulunmak.

Telâkki : Karşılamak. Almak. Kabul etmek. * Şahsi anlayış ve görüş.

Tavsif : Vasıflarını söylemek. Bir şeyin iç yüzünü, ne ve nasıl bir şey olduğunu anlatmak. Vasıflandırmak. * Bilgi, ilim.

Tenafür : Birbirinden kaçmak. Ürkmek. * Uzağa çekilmek.

Bertaraf : f. Bir tarafa atılan, bir yana atılmış, ortadan çıkmış, zâil olmuş.

Müşahhas : Nev'i, cinsi anlaşılmış. * Şahıs hâline girmiş, şahsiyeti belli olmuş. Şahıslanmış, teşhis edilmiş. (Bak: Mücerred)