Babasız bir çocuğun doğması, hakîki Müslüman için, şüpheler, inkârlar itirazlar, gayri mümkün görünen düşünce ve mütalâalar bir cümle ile derhâl hâllolur:
—VE HUVE ALÂ KÜLLÜ ŞEY'İN KADîR” âyet-i kerimesi bu büyük hadiseyi fehme kâfi ve vâfidir...
Diğer cihetten inanmayanlarla, mu’terizler için bu hadiseye karşı bir hücum cephesi vardır...
Kur’ân-ı Kerîmin bu haberi “Resûlullah” ın Hatemü’n- Nebî olduğunu ısbata en büyük ve çok derin ince mânâlı bir delildir...
Zira hakiki İncil'de Hazreti İsa'nın babasız olduğu bildirilmiştir.
İncil-i şerîfi tahrif eden hristiyan âlemi bu hadiseyi “ Baba, Ana, Oğul” hikâyesi hâlinde mütalâa ederek küfre dalmışlardır.
Hakıyki ruhban ve keşişler İslâm akıydesine inanırlar...
Zira hakıyki İncil ile amel ederlerdi...
İslâm dini intişare başladığı tarihten itibaren bir çok menfaatlar İncil'i tahrife sebeb olmuştur... “ Kur'ân’ı yalanlamak maksadıyle”
Zira hakıyki İncil'e uysalardı Hristiyanların İslâm dinine girmek hem bir emir hem de bir tekâmül merhalesi olacaktı...
Nastura, Buhayra, Habeş imparatoru As'ama, o zaman İncil ile mevhiddiler...
Nasture, Resûl'ün dünyaya teşriflerinden evvel talebesi Buhayra'ya söylemiş : “Yaşasam da Resûl'ün dinine girsem!”...
Buhayra Resûl'ün çocukluğuna yetişmiş ve Mühr-ü Nübüvvet'i Öpmüştür... Hazreti As'ama ki Resûl'ü görmeden iman eden Ashab-ı kiram’dan; Tabiîndir...
“Bizim kitabımız Resûlullah'm kitabından ne geridir, ne ileridir. Biz de aynı akıyde içindeyiz” söylemiştir...
Kendisine gelen Kureyiş elçilerinden müşrik Ömer übn-ül as As'ama'nın huzurunda İslâm olmuştur.
Diğer elçi Amiyr'e ise As'ama beddua etmiştir...
As'ama: “Ben seni beşeriyetten tard ediyorum” demiştir, bir keramet göstermiştir..
Amiyre, insanlara yanaşmadan korkup dağlarda başı boş yalnız gezmeğe başlamış ve kaybolup gitmiştir..
Hazreti As'ama'nın ölümünde Resûl'ü Ekrem Medine'den namazını kılmıştır..
Bu hadiseleri, tarihleri bilen ruhban ve keşişler inanmışlardır.
Diğerleri küfür içinde kalmışlardır...
Asıl mes'ele, madde ile uğraşıp duran diğer zümreye bunu kabul ettirmek mes'elesi gelir...
İnkâr edene bizim beyhûde sözümüz yoktur...
Muayyen ruhî tekâmül ile bu iş izah edilebilir...
Ruhanî âlem kanunları lâyetegayyerdir...
Bu ulvî hakikatleri, içki masaları, maddenin mülevves muhitleri, haram içinde yüzen, ALLAH ve Resûl'ün ne demek olduğunu bilemeyen, münevver diye geçinen materyalist kafalara anlatmak niyetinde değiliz...
Bunlar gül kokan bir cesed, semâlar kadar temiz bir ruh, büyük nehirler gibi coşkun iç âlemleri olanlar içindir...
Leş böceğinin, pislik sineğinin gül veya bal üstünde işi ne!..
Zâten onlara konmazlar, sevmezler...
Arının leş üzerine konduğunu gördünüz mü? işittiniz mi?
Onların işi hep çiçeklerdedir...
Leş yiyen böcek vücudundan yine pislik çıkarır...
Çiçek yiyen arı vücudundan bal çıkarır...
Arada deryalar kadar fark gökler kadar azamet ve heybet gizlidir... Rızıkların hepsi Esmâ ile doludur.
Bu rızıklar vücudda HAYY esmâsının bulunduğu müddetçe kuvvet, Kaadir esmâlarının zikrini aklın haberi olmadan yapmağa devam ederler... Rızıklarda muayyen miktarda esmâ mevcuddur.
Geri kalan görünür kısımlar vücuddan dışarı atılırlar...
Bu atılan kısımların bir kısmı kana geçtikten sonra kıymetsiz kısımlar dışarı çıkar... Pislik gibi... Kandan idrar süzülür.
En azîz niğmet olan suyun kanı yıkadıktan sonra kandaki fena ve muzır maddeleri dışarı atan rızk olduğu anlaşılır...
Kan guslediyor demektir..
Gusul suyu pistir.
Ondan dolayı idrar hakkındaki Hadîs-i Resûl çok acıdır...
Ve çok müdhiştir...
Tıbbî bakımdan idrar pislikten kıyas kabul etmeyecek kadar temizdir. Fakat kandan geldiğinden idrar hakkında lâf çoktur...
Kan dahilindeki bütün dert idrarda belli olur.
İdrar tahlilleri akıl durduracak kadar tıpta çok büyük hastalık hakikatlerini ortaya koyar...
Vücudda, insanın hissedemiyeceği kadar gayri tabiî bir hastalık başlarsa derhâl idrarda bu izhar olunur...
Tabiî idrardan bu gün tıpda bulunan ve miktarları daima sabit olan elliden fazla madde ıtrah olunur...
Mezarda sualin idrardan sorulacağı sözleri kokudan değil, idrarın pis oluşundan da değil...
İdrar zâten pis değildir.
Tıbta muazzam addedilmektedir.
Başka bir hikmetin onda mündemic olduğundandır.
Bu hikmet içindir ki idrar abdesti bozar.
Bazı büyük ve herkesin fehmedemiyeceği hikmetler mevcuddur ki, görünüşteki her hangi nahoş bir vasfı ile ondan kaçarız...
Bu nahoş vasıf hem tıbbî hem aklîdir.
Bu yine bize kâfidir...
Zira hikmetin esasına ve hürmet vazifemize bir halel gelmemiştir...
Bütün Emr-i ilâhî ile haram olan şeylere itirazlar, aklın hürmetten uzaklaşması neticesi küfre düşmeden ileri gelir...
Riba, Faiz, Zina, Kan, Domuz eti, ölü eti, içki bunlar kat'iyyetle haramdır... Belki görünüşte, haramiyetlerine itirazlar ve bazı düşünceler ileri sürenler bulunur. Ve variddir de..
Bunun hiç bir türlü cevazı yoktur...
Emr-i ilâhî ile nehyedilmiş şeylerin üzerinde düşünce ve mütalâa olamaz. Yürütmek küfre gider, İslâm'a yakışmaz..
Bu bir hürmet ve inkıyad mes'elesidir.
İnkıyadda ve hürmette hiç bir zarar olmadığına göre... Aksi doğrudur demektir...
Bunların büyük hikmetleri fehmedilirse, itiraz değil insan nefes bile alamaz...
Doktor olmayan doktorun tavsiyelerine tamamen riâyet ederse şifâ izn-i ilâhî ile muhakkaktır..
Yok bundan ben birşey anlamıyorum. Böylelikle nasıl iyi olur diye o tavsiyeleri aklına sokamaz, yapmazsa şifâ bulamaz.
Anlamadım diye bir hakikat inkâr olamaz...
Zâten haramların oluşu, uzun ve meçhul yolların kapatılarak hakikat yoluna insanları yürütmek için bir ikazdır.
Yapan yapar, dinleyen, itaat eden felah bulur...
Çocuk bir çok şeyler arzu eder onları hoş görür.
Yahud zevk duyar.
Baba onu ikaz eder meneder.
Çünkü neticeyi babanın tecrübe ve aklı bildiğinden fenalığı da bilmiştir... Çocuk ise farkında değildir...
Onun için haramiyet insanın arzu ettikleri şeylerdendir.
Nefret ettiği şeylerden değil.
İnsanlardaki aklın bu mıntıkada çocuk oluşu haramiyeti ortaya koydurmuştur...
Bunu hududlamak için azab haber veriliyor...
Kumar, içki, kadın, fazla yemek, hangisi lezzet vermez hepsi...
Bunlardan nefret edilemez.
Sonunu akıl idrak edemez...
Eder demeyiniz!..
Etse idi, en akıllı insanlar bile bunları yapıyor!..
O hâlde akıl erdiremiyor demektir.
Ateş yakıyor...
Deli bile ateşe elini sokmaz...
Nefret hissi vardır.
Akıl nerede kaldı.
Cevap veriniz...
Veremezsiniz!..
Gül dikenlidir. Bilmiyor musun?
Çiçek kokuludur, mest edicidir..
Arı onu bal yapıyor... Bilmiyormusun, bal tadarak büyük bir lezzet ve zevk duyarak yiyiyorsun...
Fakat sonu ne oluyor?..
Onu da tatsana!..
İşte sözlerimizin derin mânası bu son cümlede gizli...
Artık sana düşünmek, bize susmak gerek!..
Selâmlar..
12/10/1955
Vâfi : (Vefâ. dan) Tam, elverişli, kâfi, yeter. * Sözünün eri. * Va'dini mutlak yerine getiren Cenab-ı Hak.
Mu’teriz : İtiraz eden. Kabul etmeyen. Bir şeyi beğenmeyip bozulmasını isteyen, aksini iddia eden.
Tahrif : (Harf. den) Harflerin yerini değiştirmek. Bozmak. Kalem karıştırmak. * Kendi menfaati veya başkasının zararı için bir ibârenin mânasını değiştirmek. * Başka tarafa meylettirmek.
Ruhban : Korkmak, çekinmek, yılmak. * Rahib, Hristiyan din adamı.
Akide : İnanılan ve itikad edilen esas. İmân. * Bir nev’î şeker adı.
İntişar : Dağılmak. Yayılmak. Üremek. * Tıb: Yorgunluktan damar şişip kabarmak. Umumîleşmek.
Mevhid : Birlik olan.
Zümre : Bölük, cemaat, grup, takım, sınıf. Cins.
Muayyen : Görülmüş olan, kat'i olarak belli olan, belli, ölçülü, tayin ve tesbit olunmuş, karalaştırılmış.
Lâyetegayyer : Değişmez, bozulmaz.
Mülevves : Kirli. Pis. Bulaşık. Bulaştırılmış.
Tezahür : Meydana çıkma, belirme, görünme.
Muzır : (Muzırra) Ziyan veren, zararlı, zarara sokan.
Itrah olunmak : (Tarh. dan) Çıkarma, tarhetme, dışarı atma.
Mündemic : İndimac eden, dürülüp sarılan, içine sokulmuş olan. İçine alınmış olan.
Nahoş : Hoş olmayan.
İnkıyad : Boyun eğme. Mutî’ olma. Teslim olma. İtaat etme. İmtisal.
Riâyet : İyi karşılamak, ağırlamak, hürmet etmek. * Uymak, tâbi olmak. * Otlamak veya otlatmak. * Hıfzetmek, korumak.